TÜTÜN

Tütün ne kadar yiyecektir, ne kadar içecektir, bu bir tartışma konusu olur. Pratikte, felsefi olarak bakmazsak ne yiyecek ne de içecek sınıfına girer. Bununla beraber tiryakiler için yemekten sonra kahvenin vazgeçilmezidir sigara. Bu da onu bir bakıma yemeğin bir parçası yapar. Son parçası. En azından bazıları için.

Hani “Patlıcanda bol nikotin var, yiyince canınız sigara istemez” derler. Tütünün aslında patlıcangiller familyasından olduğunu bilmek işin sırrına ermeyi biraz daha kolaylaştırıyor.

Osmanlı imparatorluğu döneminde önemli ihraç mallarından biri tütün. Yüzlerce yıldır içiliyor. Bazıları çiğnemeyi, bazıları da enfiye şeklinde burnuna çekmeyi tercih ediyorsa da, genelde purodan nargileye, sigaradan pipoya çeşitli şekillerde içiliyor tütün. Tütünü içmek, Avrupalıların Amerikan Kızılderililerinden öğrendiği bir şey.

Tobacco aslında tütünün adı değil. Kızılderililer tütüne “petom” adını vermişler. Tabacco ise tütün içtikleri saz boruya verilen ad ama Colomb bir kere “tobacco” deyince adı “tobacco” kalmış. Tütün de eski Türkçe duman demek. Bir süre geçince “tütün” bitkinin ismi haline gelmiş.

Maya ve Aztek papazları tütünü dinsel törenlerinde kullanırmış. Daha sonra iyileştirici etkisine inanılarak yaraların üzerine konmuş, göğüs hastalıklarına karşı dumanı koklatılmış ve kokusu, baş ağrılarının tedavisi için kullanılmış. Bizde de “yaraya tütün basma” adeti vardı. (Gerçi artık o kadar kimyasal katılıyor ki bu yöntemin öldürücü bile olabileceğinden şüpheliyim.)

Gemici Rodrigo de Jerez, Amerika’dan ülkesi olan İspanya’ya dönerken orada görüp çok sevdiği tütün yapraklarını da getirmiş. Beraberinde getirdiği bu yaprakları içerken ağzından çıkan dumanlar yüzünden “büyü yapıyor” diye şikâyet edilmiş, Ağzından dumanlar püskürten bu adam Engizisyon tarafından “şeytana tapıyor” diye yargılanmış. Bu yüzden 7 yıl hapis yatan Jerez ilk tiryaki olarak kayda geçmiş. Aynı zamanda tütün yüzünden cezalandırılan ilk adam olma unvanını da elde etmiş.

1559 yılında Portekiz’de Fransız elçisi olan Jean Nicot’un, gemicilerin getirmiş olduğu bu madde ile ilgilenmiş, öksürük, astım, baş ağrısı, mide hastalıkları ve kadın hastalıklarına iyi geldiğini söyleyerek tütünü Fransız Kraliçesine sunmuş. Böylece tütüne bir dönem “Kraliçe otu” ya da “Sefir otu” denmesine sebep olmuş.

Bir müddet sonra bu iyileştirici etki söylemi kervanına doktorlar da katılmış ve Sevilla’lı Profesör Nicolo Mondares 1565 yılında tütünün, öksürük, astım, baş ağrısı, mide ağrısı ve kadınların dönemsel ağrılarına çok iyi geldiğini söylemiş. Bunun üzerine tütün Vatikan’ın bahçesinde bile yetiştirilmeye başlanmış.

Osmanlı İmparatorluğunun önemli ihraç kalemlerinden olan tütün 16. yy’da Akdeniz üzerinden gelmiş. İlk yıllarda tabaka/tabaga diye anılmış. Sonraki dönemlerde ise resmî dilde duhân, halk arasında tütün diye adlandırılmış.

 

Yeni dünyadan getirilen bu ürünün Osmanlı’ya ilk geliş tarihi net değil ama 1570’ler olabileceği söyleniyor. Gelişiyle olay yaratması da bir oluyor çünkü bu ürünün mubah mı, haram mı, mekruh mu olduğu tartışmaları başlıyor.

Kimin ve nasıl getirdiği hakkında çeşitli rivayetler var. Bunlardan biri de tütünün 1594 yılında bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaç olarak girmesi. Anlaşılan rivayet Avrupa’dan bizim topraklara kadar gelmiş. Tütünün Türk çiftçisiyle buluşmasının ise 17 yy başında olduğu sanılıyor.

İngiltere’den gelen bu “tabaga” isimli yaprağın halk içinde hızla yaygınlaşmasıyla birlikte ekimine başlanmış hatta pazarlarda satışa çıkmış. Ne olduğu belli olmayan bu ürün için ilk ferman 1609 (TDV 1609. Türkoğlu 1612’demekte) yılında gelmiş ve tütün yasaklanmış.

Tütünün yasaklanması sadece bizim topraklarımıza özgü bir olay değil. 1575’te İspanya ve  Amerikan kiliseleri, 1603 yılında Kral James yasaklanmış hatta Sir Walter Raleigh tütünü özendirdiği için idam cezasına çarptırılarak öldürülmüş. Papa VIII. Urban ise tütün içenleri içenleri aforoz etmiş.

Tütün bir başka toprağa uyum kabiliyeti çok yüksek bir bitki. Bu da yayılımı kolaylaştırıyor. Anavatanı Orta Amerika olmasına rağmen bugün 128 ülkede yetiştirilen bir ürün. Öyle ki dünyada hiçbir tarım ürününün bu kadar hızlı bir yayılış göstermediği düşünülüyor.

Yasaklamadaki sebeplerden biri olarak sayılan ama esas sebep olarak düşündüğüm TDV’de de verilen “geleneksel üretim faaliyeti”ni aksatmasıydı. Yani Türkçesi “keyif sigarası” üretime ket vuruyordu. Bir de yangınlar konusu vardı.

İstanbul’da çıkan yangınlardan sorumlu tutuluyordu tütün. Ahşap yapıyı benimsemiş bir halk için inanılmaz bir yıkımdı yangınlar. İstanbul’daki yangınların diğer bir sebebi ise patlıcanların kızartılması ya da közlenmesi. Yani hep patlıcan hep patlıcan. Meyvesiyle ya da yaprağıyla Osmanlı İstanbul’unu yakmaya ant içmiş bir sebze gibi gözüküyor.

4.Murat, 1634 yılında Cibali’de çıkan yangını bahane ederek kahvehaneleri yıktırmış, ardından da ünlü tütün yasağını getirmiş. Aslında bu tip yasakların altında yangın ya da dini tartışmalar gösterilse de, kahvehanelerin yönetim ve yöneticilerin tartışıldığı yerler olması en önemli etkendi.

4.Murat’ın ölümünden (1640) sonra tekrar serbestleşmeye başlayan tütün kullanımı, tütün tiryakisi olduğu bilinen Şeyhülislam Bahaî Efendi’nin yayınladığı fetva sonucu 1646 yılında yeniden serbest bırakılmış.

Peçevi, kahvehanelerin açılmasından sonra tütünle de tanışan ehli keyfin kısa zamanda ikisine birden müptela olduğunu anlatıyor. Şair Ayni ise bu birlikteliği bir beytinde, “Tütün kahve iki dâne birâder / Cihânı müşterek zabteylemişler” şeklinde ifade etmiş.

1856 yılında yapılan Kırım Savaşı sırasında gazete kâğıdına sarılarak içilen tütünler Türk, İngiliz, Fransız ordularına mensup askerler tarafından büyük rağbet görmüş.

1880 yılında Amerika’da James A.Bonsack, sigara yapan ilk makinenin patentini alınca, üretim sanayileşmeye dönmüş ve maliyet düşmüş. Güvenli kibritin de icadıyla sigara tüketimi bir anda patlamış. Böylece tütünün sigara şeklinde tüketimi diğer tüketim şekillerine karşı üstünlük sağlamış.

Devletler, elde ettikleri gelirin yüksekliği sebebiyle tütün tarımını, ticaretini ve tüketimini teşvik etmişler. Bu esnada Nicotiana tabacum L. türünden olan Türk (Şark/Oriental) tipi tütünler karışımlarda aranılan kaliteli tütün özelliği kazanmış.

1883 yılında yapılan bir antlaşma ile tütün inhisarlarının işletilmesi hakkı 30 sene boyunca “Memaliki Osmaniye Duhanları Müşterekil Menfaa Reji Şirketi” isimli bir Fransız anonim şirketine verilmiş. Daha sonra şirkete verilen süre 1914 yılından geçerli olmak üzere 15 yıl daha uzatılmış..

Osmanlının borçlarına karşılık yaklaşık 40 yılı aşkın süreyle tütün inhisarını işleten Reji İdaresi döneminde, tütün üreticileri ile şirket arasında problemler çıkmış. “Reji” şirketi sorunlarla başa çıkmak için Anadolu gençlerinden 7.000 kişilik “Kolcu” teşkilatı oluşturmuş.

Kaliteli Türk tütününü elde tutmak için Anadolu’da ciddi eylemlere girişen teşkilat tütün kaçakçılığını önlemek adına halka bazı kaynaklarda zulüm olarak anılacak seviyede baskı yapmış, hatta bu yüzden girilen silahlı çatışmalarda on binlerce insan hayatını kaybetmiş.

Cumhuriyet’in ilanı, tütün üretimi ve ticareti üzerindeki ayrıcalıkların Reji Şirketinden Türkiye Cumhuriyeti Devletine geçmesi iradesinin temelini oluşturmuş. Reji Şirketinin tüm hak ve alacakları ödenerek İnhisarlar İdaresi millileştirilmiş.

Bugün tüm dünyada önlenmeye çalışılan bir alışkanlık tütün. Bir zamanlar ilaç olarak pazarlanan hatta reklamına doktorların çıktığı, uçaklarda, otobüslerde içilen bir üründü. Pasif içiciliğin verdiği zararların ortaya konulmasından sonra tüm dünyada toplu alanlarda yasaklanmasına çalışılıyor.

Kaynakçalar:

TDV ansiklopedisi   https://islamansiklopedisi.org.tr/tutun

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tütün

www.nisanyansozluk.com

Uzm. Güven ŞAHİN  Prof.Dr. Nuran TAŞLIGİL https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/27018

Mustafa Seydioğulları   http://www.tutuneksper.org.tr/files/diger-yayin-ve-raporlar/Dunyada-ve-Turkiyede-tutunun-tarihcesi-min.pdf

Bir Cevap Yazın